Mimari, insanlık ile ortaya çıkmış olan ve insanlık tarihi hakkında en önemli bilgileri elde ettiğimiz olgulardan birisidir. İnsanoğlu ilk evresinde doğayı tanımış ve yavaş yavaş onunla etkileşime geçmeyi öğrenmiştir. Bu etkileşim ve edinilen bilgi sonrası yeni aşamaya geçmiştir. Doğayı şekillendirme! Bu evreden itibaren insan doğaya kendi çıkarı doğrultusunda dokunuşlar yapmaya başlamıştır. Nehirlerin yatağını değiştirip tarım alanlarını sulamış ya da korunaklı şehirler elde etmişlerdir. Kayaları ve yeri oyup barınaklar yapmışlardır. Bu durum gelişip sistemsel bir hal almaya başladığında ise mimari dediğimiz unsur doğmuştur. Avrupa, mimaride günümüzdeki gelişimini tarih boyunca yaşadığı gelişme ve etkileşimlere borçludur. Amaçları her ne olursa olsun, coğrafi keşiflerin gerçekleşmesi bunların başlıcalarından birisidir. İnsanoğlunun bildiğimiz ilk mimari etkisi, kayaları oyup kendisine ya da tanrılarına barınaklar yapmasıdır. İnsan eliyle yapılmış ilk yapının, bugün Türkiye sınırlarında bulunan Urfa-Göbeklitepe’deki tapınaklardır. Avrupa, dünya ile iletişime daha önce başlayıp, elde ettiği verileri belirli bir sistem içerisinde kullanan ilk uygarlık bölgesi olmuştur. Bu da diğer unsurlar gibi mimari açısından da ön plana çıkma nedenleri olarak kabul edilebilir. Mimari adına Avrupa’da göreceğimiz ilk örnekler genel olarak ahşap yapılardan oluşur. Bunun dışında özellikle Yunanistan bölgesinde kayalara oyularak elde edilen binalar da mevcuttur. Tabii ki bunlar günümüzdeki anlamda mimari kültür düşünülerek yapılmamıştır. Doğanın el verdiği ölçüde, temel gereksinimlerini baz alarak yapılan yapılardır. Bugünkü anlamda bir mimari düzen çok çok sonra, krallıklar döneminde elde edilmiştir. Krallar için yapılan saraylarda ihtiyacın üzerine çıkılmıştır. Görkem, güç gösterisi ve estetik kaygı ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu sistemin gelişimine en çok katkı sunan Avrupa uygarlıkları arasında ise ilk sıralarda kuşkusuz Roma İmparatorluğu yer alacaktır. Tarih boyunca temel olarak ihtiyaçlar doğrultusunda gelişen bu unsur, 10. yüzyıldan itibaren de sistemli bir hal aldı. Bu dönemde ortaya çıkan üslup ise Romanesk üsluptur. Biz de bu üsluptan başlayarak Gotik, Barok, Rokoko ve Neoklasik üsluplarına kısaca değineceğiz. Bu üslupları baz almamızın sebebi ise Avrupa’da en çok yayılan üsluplar olmalarıdır. Otobüslü Avrupa turlarımızda en ekonomik fiyatlar ile rehberlerimiz eşliğinde tüm mimari tarzlara ait eserleri görebilirsiniz.
Romanesk Üslup: Doğduğu dönemin ismini içeren üslup, kaba ve sade ama görkemli olarak ortaya çıkar. Görkemli olmasının sebebi içerisinde yaşadığı Romanesk dönemdir. Bu dönemde Batı Roma yıkıldığı ve Derebeylikler ön plana çıktığı için kaleler, surlar ve görkemli resmi binaları içerir. Germen boylarından olan ve Frenklerle birleşerek kuzeyde yeni bir kültür oluşturan İskandinav halkı ile de bağdaştırılır. Bu yüzden, ‘kuzeyli adamlar’ anlamına gelen ‘norman üslubu’ olarak da adlandırılmıştır. Temel özellikleri ise büyük planlı olması, heykel ve bezemeye çok önem verilmemesi, kubbe ve tonoz kullanılmasıdır.
Gotik Üslup: Romanesk üslubun hemen sonrasında ortaya çıkmıştır. Kalın ve kaba duvarlardan kurtulmuş ve geniş pencereler ekleyerek içerisini aydınlık tutmuştur. Yine Romanesk üsluptaki yuvarlak kemerler yerine sivri kemerler kullanılmıştır. Gotik mimarinin en büyük özelliği dış cephe ile iç cephe arasındaki belirgin farktır. Dış cephe kötülükleri, tehlikeyi temsil eder ve bu yüzden karamsar ve ürperticidir. İç cephe ise aydınlığı ve kurtuluşu simgelediğinden dolayı çok daha huzur dolu ve iç açıcıdır. Fransa’nın kuzeyinde, kralların gömüldüğü St. Denis Katedrali ile başlar ve Notre Damme de Paris gibi katedraller ile doruğa ulaşır.
Barok Üslup: Kelime anlamı olarak Portekizce’de “düzgün olmayan inci” anlamına geldiği biliniyor. Abartılı hacim ve dekorlar ile görkem oluşturmaya çalışan bir üsluptur. Barok dönem düzensizliği mimariye yansımış ve renkler ile dekorlar, arasında uyum olmasa dahi birlikte kullanılmıştır. Romanesk döneme benzer olarak fazlaca kilise ve saray inşa edilmiştir. Kilise içerisi cenneti simgelediği için içerisi aydınlıktır. Bezemelerde ve özellikle tavan süslemelerinde abartılı ve karmaşık unsurlar içerir. Öncesindeki Rönesans dönemi aksine orta nefin büyüklüğü ve yapının görkemi için yapıların kimi unsurlarından vazgeçilmiştir. Mimari öğeler işlevleri göz önünde bulundurulmadan kırıklı ve bükümlü şekilde oluşturulur. Dış yüzey düz değildir. İçbükey ve dışbükey olacak şekilde dalgalı kırıklı cepheler oluşturulmuştur.
Rokoko Üslup: Barok dönem sonrası ortaya çıkmış 18. Yüzyıl Avrupa akımıdır. En önemli özelliği mimari süslemelerin dantel gibi işlenmiş olmasıdır. Biraz daha tasasız, yapılarda bireyselliğin ön plana çıktığı bir dönemdir. Asıl amaç süsleme olduğu için kimi isimler tarafından Geç Barok olarak kabul edilir. Barok dönemin kaba ve gösteriş merakı, yerini daha sade olan ve zarif süslemeler içeren anlayışa bırakmıştır. Daha çok soylular tarafından benimsenmiştir. Amaç derinlik değil güzelliktir.
Neoklasik Üslup: Barok ve Rokoko üsluplarına bir tepki olarak doğmuştur. Özellikle Rokoko sanatının aksine klasik döneme dönüşü amaçlar. Klasik dönem yapılarının mimarisi örnek alınır ve bu dönemin ihtişamına, anıtsallığına geri dönüş gerçekleşir. 18. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmış ve etkisini sürdürmektedir. Binalar simetri özelliğini vurgular. Ülkemizde en güzel örneği İstanbul Arkeoloji Müzesi binası kabul edilebilir.
Antalya çıkışlı otobüslü Avrupa turlarımızda harika mimari eserler sizleri beklemektedir.